Kayıt Tarihi: 27 Mart 2015 Cuma 11:18
Ters Köşe
Kılıç mahallesi. TED Zonguldak ve Eskişehir Maarif kolejleri; İst. Hukuk Fakültesi terk. 1965-67 TİP üyeliği ve sonrasında teorik çalışmaya giriş. Demokratik Devrim Derneği kuruculuğu. Akbank’ta çalışırken sendikacılık; o nedenle iş akti feshi. YapıKredi’de örgütlü Banks sendikası danışmanlığı. Sendika, İş Bankası’nda örgütlü Tibaş’a devredilirken tekrar iş akti feshi. İTÜ halkla ilişkiler ve uluslararası öğrenci staj bürosu şefliği; rektörlük tercümanlığı. Bazı dergilerde sahiplik ve yazı işleri müdürlüğü; bir çok makale; 8 adet bilimsel kitap editörlüğü. Alaplı’ya, sonra da Ereğli’ye yerleşme. Amerika Birleşik Devletleri Anonim Şirketi adlı kitabın yazılarak basılması. İkinci cilt çalışmaları ve Ayvalık’a taşınma. (Evli ve üç çocuklu).
Batı Avrupa–ve daha sonra–Amerika’nın bitmez-tükenmez RUS DÜŞMANLIĞI üzerine… (2)

BÜYÜK SİYASAL-KÜLTÜREL BÖLÜNME

“Daha çok Avrupalı bir ülkeyse de, Rusya, uzun süreler boyunca Avrupa’nın dış ufkunda kalmıştır. Rusya’nın bulunduğu topraklar ne Roma İmparatorlu’ğunun, ne de―daha sonra icadedilen (CA)― Kutsal Roma İmparatorluğunun toprakları olmuştur. Kuruluş dönemindeki kültürü YakınDoğu’dan, “Doğu Roma”dan, Bizans’tan ve Bağdat Halifeliği’nden gelmiştir.” [Kaynak: BERTRAM D. WOLFE; “Devrimi Yapan Üç Adam”; 2. Baskı; Kuzey Yayınları-33; Mart 1985, Ankara; C-1, S.17; (Tire içinde yazılanlar benim).]

1956 yılında yazdığı bu kitabı sırasında yani Soğuk Savaş koşullarında ABD devleti hesabına çalışacak olan tarihçi Wolfe, yine de büyük bir tarafsızlıkla yazmıştır eserini. Özellikle, mealen, “. . . Rus kültüründe Bağdat Halifeliğinin de etkisi vardır” dediği bölüm için Stalin’i öfkelendirmiş olmalı.1 Devam ediyoruz:

“. . . Onuncu yüzyılda Balkanlar’dan ve Kafkasya’dan Rusya’ya sızan bu Doğu kültürünün merkezleri Batı Avrupa’dan çok daha ileriydiler. Fakat hemen sonraları Bizans’ın ve Bağdat’ın hayatiyeti durmaya başlamış, manevî çocukları olan Rusya da onlarla beraber gerilerde kalır olmuştur. Zamanın tarihsel dinamiği Akdeniz’e ve Atlantik’e kayınca, Rusya da sapalarda kalmıştır. Arap Hilâfeti ve Bizans İmparatorluğu Osmanlı Türklerinin eline geçince, Rusya bir süre Baltık ve Karadeniz aracılığı ile Batıya uzanabilmiş, daha sonra buraları da Almanlara, Litvanyalılara, İsveçlilere ve Türklere Kaptırmıştır. Fakat Rusya ile Batı Avrupa arasındaki ilişkileri kopartan en önemli olaylar Bizans ve Roma Kiliselerinin ayrılması, Tatar-Moğol istilâsı ve ardından gelen iki yüzyılı kapsayan Moğol egemenliği olmuştur.” [Aynı yerde.]

Makalemizin birinci bölümünde kilise ayrılığından uzun uzadıya sözetmiştik. Bu süreç, aynı kavimsel-dilsel kökene sahip olmalarına rağmen Avrupa ile Rusya’yı birbirinden ayırırken, aynı süreçte Batı Avrupa’yı Doğu’sundan, yani Balkanlardan da ayırdı. Bugünkü Arnavutluk-Ukrayna-Slovenya üçgeninde yaşayan insanların dilleri ve dinleri de Ruslara yakın, Batı Avrupa’ya uzak kaldı… Dolayısiyle―kolayca görülüp anlaşılacağı gibi―Osmanlı’nın buralara “dilinizde, dininizde özgürsünüz” diye girerek sahip çıkması, tam da Vatikan Papalığı’nın işkenceli Engizisyon pratiğine giriştiği dönemle çakıştığı için nisbeten kolay olmuştur. Unutmayalım ki, Ariusçuluk da dahil olmak üzere Vatikan Katolikliğinin “sapkın” (heretik) olarak tanımladığı bir çok akım da zaten bu bölgeden çıkmıştı. Hatta, aynen bu nedenle sapkın(?) “Bogomil”ler büyük bir kitle halinde Müslümanlığa geçti; biz onlara şimdi “Boşnak” (Bosnalı) diyoruz…

Rus dediğimiz zaman karşımızda, aynen Hun, Göktürk, Selçuklu ve Osmanlı gibi şan ve şeref için, bir dünya düzeni kurma niyetiyle yayılmacı olan kavimlerden birini görürüz. Bu kavimlerin hiçbirinin Batı Avrupa anlamında bir kapitalizm geçmişi ve dolayısiyle emperyalizm geleceği ol(a)madı; sadece yayılıp durdular, sonra da gerileyip kısıtlandılar. Dikkat edilirse, bunun tümüyle emperyalist batının klasik sömürgecilik/yağmacılık sisteminden başlayarak çok uluslu sermayenin tekelleşerek, yemlediği işbirlikçileri yoluyla bu yayılmacılığı püskürtmesi anlamına geldiği görülecektir. Nitekim Osmanlı’nın da 16 yüzyılda Yahudi faizcilere borçlananların yanısıra rüşvetin de haddi-hesabı yoktur; sadece devlet bürokrasisinde koltuk edinmek üzere değil, uluslararası ilişkilerde de rüşvet başroldedir. Meselâ,

“Selâm verdim; rüşvet değüldür deyû almadılar”…

şeklindeki sözler, Kanunî tarafından maaşa bağlanan Fuzulî’nin (~1480/1494-1556) yazdığı “Şikâyetnâme”dedir. 2 [Yani, “muhteşem” olduğu iddia edilen Kanunî dönemi aslında batığın üstünü altınla kaplamaktan ibarettir... Bir başka deyişle, içeriden adam satın almalar, Kanunî döneminde zirve yapmış durumdadır; İbrahim Paşa’nın Fransa’ya ilk imtiyazları vermesi de buna paralel olaylardandır.] Geçiyorum…

Geriye itilmiş, kurduğu küçük ahşap kentere rağmen kuzeybatı Avrupa’ya sıkışmış, dolayısiyle de istikbâlini doğuda aramak zorunda bırakılmış olan Rusların, bunun için Cengiz Han zamanından kalmış olan Altın Orda Devleti’nin çöküşünü beklemesi gerekti.3

Fakat bu da yetmeyecektir: Çöküşe geçen Altın Orda, iyice güneye sıkışarak kuzey Karadeniz’deki ufacık Kırım Hanlığı’na dönüşse de, Rusların Karadeniz’e çıkışını engelleyen önemli bir düşman olarak 19. yüzyıla kadar yaşayacaktır. Diğer yandan, Büyük Osmanlı İmparatorluğu’nun Kanuni’den itibaren çöküşe girdiği süreç içinde artık 1. Petro (1672- 1725) ile yükselmekte olan bir Rusya sözkonusuydu. 18 ay dolaştığı Avrupa’da gizlice tersanelerde çalışıp İngiltere’de gemicilik üzerine eğitim de alan Deli Petro sadece deniz kuvvetlerini güçlendirip ülke snrlarn genişletmemiştir. Onun, 1724 ylnda kurduğu St.Petersburg Bilimler Akademisi, kısa sürede Avrupa’daki benzerleriyle boy ölçüecek seviyeye gelecektir.

Avrupa ve Amerika’daki otoritesi tartlmaz olan ünlü Liebnitz’in tavsiyeleriyle desteklenen bu giriimi, yaptığı davetlerle taçlandran Deli Petro’ya Bat Avrupa’lı birçok kalburüstü bilim adam uyacaktır; tereddütsüzce Rusya’ya gider ve yerleşirler. Tek tek saymayacağız ama meselâ Goldbach Hipotezi (veya Konjonktürü veya Sanısı) olarak tanımlanan henüz çözülememiş problemiyle ünlü Alman matematikçisi Christian Goldbach (1690-1764) akademi açılır açılmaz hemen 1725’te St Petersburg’a giden ve Rusya’da ölerek Moskova’da gömülen hocadır. Ondan iki yıl sonra Çariçe Katerina’nın daveti üzerine gelerek 15 yıl Rusya’da yaşayan Dünya’ca ünlü İsviçre’li matematikçi Leonhard Euler [(1690-1764) - İsmi “Oyla” diye okunuyor) da oradadır. Hatta Bilimler Akademisi’nde önce Matematik Bölümü başkanlığı yapacak olan Euler, bir daha dönmemek üzere yeniden gittiği Rusya’da son 17 yılını Akademi’nin başkanı olarak geçirirken iki gözünü de kaybettikten sonra ölecek ve o da St Petersburg’da gömülecektir. Profesörlük ünvanını Batı Avrupa’da kazanmış olan Euler’in Paris veya Berlin üniversitelerinde değil de Rusya’da yaşayıp ölmesi ile adını verdiğimiz her iki hocanın da en önemli eserlerini Rusya’da vermesi üzerine düşünmek lâzımdır…

[Başta anayurdu İsviçre olmak üzere bir çok ülke Euler pulu basmış, paraların üzerine tablolarını koymuştur. Burada size, olamazmış gibi görünen farklı bir durumu sunuyorum: Aşağıdaki pul, eski Portekiz sömürgesi olan batı Afrika’nın Gine-Bisau ülkesinde basılmış olan “BİLİMADAMLARI SERİSİ”ne dahil bir parça: Euler’i gösteriyor… İbret-i âlem olsun diye―yarım gün de uğraşarak―Gine-Bisau’nun yerini belirleyen haritayı yaptım. [Mustafa Mutlu’dan çalarak] Sorum şu: Bilime ve yaratıcılarına karşı şükran duymak ve bunu göstermek için mutlaka eski bir Portekiz sömürgesi mi olmak lâzımdır; yoksa ABD’den izin almak yeterli midir?.. (Serinin tamamını görmek için bkz: <www.fb-web-tutor.com/hobby/afrika-a-m/guinea-bissau/>.]

(İKİNCİ BÖLÜMÜN SONU)

1 Adı geçen ABD’li komünist tarihçi, yazar Bertram D. Wolfe, 1928 yılındaki Komintern konferansı için gittiği Sovyetler Birliği’nde Stalin tarafından rehin alınmış ve 6 ay kadar SSCB’de göz hapsinde tutulmuştur. (Bkz: < www.spartacus-educational.com/USAwolfeBD.htm >).

2 Her nekadar günlük 9 akçe bağlanmış ise de, Fuzulî bu parayı hiçbir zaman alamayacaktır. Zaten, Ebusuud Efendi yoluyla Sünnî akaidine bağlanan Kanunî’nin―hele ki Bağdat Seferi’nden sonra zirve yapmış “asabiyyet”i nedeniyle―Hz Ali ve Şah İsmail’e bağlı/hayran bir Şii olan Fuzulî’ye bu paranın ödenmemesi bir şekilde sağlanmış olmalı. Nitekim Fuzulî de Osmanlı döneminde tanınmak şöyle dursun, gerçek anlamda bir “hiç” olarak yaşayacak ve fakrü zarûret içinde ölecektir…

3 Yukarıda gördüğünüz ve kitabıma koyacağım haritada ben “Altın Orda” demiş bulundum. Daha çok Altın Ordu (Tatarca Altın Urda) şeklinde de bilinir. Ama gerçekte basbayağı bir imparatorluk olduğu ve tarihte daha çok Cuci Ulusu veya Kıpçak Hanlığı diye bilindiği de bir gerçektir.

 
Gösterim : 2898
YORUMLAR
Web sitemiz 04.03.2012 tarihinden itibaren;
Toplam: 22293494, Bugün: 1419 kez ziyaret edilmiştir.