Genel anlamda, sözlük tabiriyle bakıldığında, Uluslararası ilişkiler; dış politika, uluslararası çatışma ve müzakere, savaş, nükleer silahların yayılması, terörizm, uluslararası ticaret ve ekonomi ve uluslararası kalkınma gibi konuların incelenmesini içerir. Tahmin edebileceğiniz gibi, uluslararası ilişkilerin geniş kapsamı ekonomi, hukuk, siyaset bilimi, sosyoloji, oyun teorisi ve hatta psikoloji alanlarını kullanarak disiplinlerarası bir yaklaşım gerektirir.
Birleşmiş Milletler (BM), Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası gibi devletler ve devlet dışı aktörler de dahil olmak üzere, aktörlerin uluslararası politikadaki etkileşimlerinin araştırılmasına odaklanan akademik bir disiplindir.
Dünya siyasetine bakıldığında ‘’sevmek’’, ‘’sevilmek’’ diye bir kavram yoktur. Bugün bile sevmek ve sevilmek sözcükleri bireyler arasında bile pek geçerli olmamaktadır. Bugünkü dünyamızı eskisine kıyaslayacak olursak sadece ‘menfaat’ kelimesi hemen hemen bütün ilişkileri temsil etmektedir.
Çok gerçekçi olursak, dünyayı idare eden 10 civarı kişi ve birkaç devlet adamının vicdanlarına sığınarak yaşıyoruz.
Dünyayı bir satranç tahtasına benzetiyorum.
Üzerinde Kral, Kraliçe, filleri, atlarıyla ve kaleleriyle bu dünyayı idare ediyorlar, ön sırada ise sırayla dizilmiş ve aynı kıymette yer alan piyonları yani çaresiz, küçük ve-veya sömürülmiş devletleri görüyorum.
Ben Türkçe çeviri olan Şah ve Vezir’i yanlış bulduğumdan diğer ülkelerdeki isimlerin aynısını çevirdim. Yani Kral ve Kraliçe gibi.
Bu oyunda mühim olan akıllı hamleler yapmaktır. Önce ben savunayım, beni ezmesin mantığıyla oyun oynasrsanız en iyi ihtimal ‘pata’ kalırsınız yani berabere. Bu yazdığım cümleleri hem satranç için hem de siyasette yapılması gerekenleri aynı torbaya koyarak yazıyorum. Evet, kendi bölgeni (ülkeni) korumak güzel birşeydir, lakin bu oyunu- maçı kazanmak gerekir. Hele hele size karşı yapılan bir hamlede bir zayiyat veriyorsanız, hemen karşılık vermeden yüz kere düşünmeniz lazımdır. İlerde getirisi olacak mı diye?
Karşı taraf piyonunuzu yediyse, en az atını yemeniz verya filini yemeniz lazım. Ama yine de size bir üst kademeyi yediriyorsa belki arkasında bir tuzak da mevcut olabilir. Bu konuyu istediğimiz kadar uzatabiliriz.
Devletleri idare eden siyasi partiler dunyaya benzettiğim satranç tahtasında olduğu gibi kendi ülke çıkarlarına uyan temkinli hamleler atmalıdırlar. Ayrıca karşıdan gelen hamleleri de ‘İşte namuzsuz!, Hayin!’ diye tanımlamamalıdırlar. Siyaset sadece menfaattır, moral yoktur, acıma yoktur, sadece daha fazla ekonomiye dayalı ülke ve devlet çıkarlarına dayanır.
Gerisi hikayedir, yalandır, göz boyamacadır. Kısacası kamuflajdır.
Son yıllarda en gelişmiş ülkeleri idare eden siyasetçilerin seviyeleri maalesef düşmüştür. ABD başta olmak üzere Fransa, Büyük Britanya vb gibi ülkeler maalesef uluslararası siyasetten ya anlamayan ya da acımaszıca vezirleriyle, atlarıyla sadece piyonları katletmektedirler.
Büyük balık küçük balığı yutar misali.
Türkiye nin dış siyaset politikası Atatürk öldüğünden bu yana belirli bir seviyenin altında olmuştur. Bu satırları yazarken gerçekten üzülüyorum. Ülkemiz doğal ve tarih konularında çok zengin olmasına rağmen kendimizi iyi tanıtmadık. Uluslararası ilişkileri halk seviyesinde geliştiremedik. Ne sporda, ne sanatta ne de bilimde gereken seviyeye ulaşamadık. Batı ülkelerde halk kavramı çok önemli bir kavramdır. Halklar siyasetçilerin üstündedirler. ‘Public Opinion’ dediğimiz halkın düşüncesi siyasetçileri yönlendirebilir.
Bugünlerde din konusu yine sahneye çıkmış durumdadır. Fransa Cumhurbaşkanı Macron un basiretsiz sloganları, beş para etmeyen Charlie Hebdo zırvalamasını gündeme getirmiştir. Hz Muhhamet gibi bir peygambere yapılan iğrenç hakaretler dolu karikatürler İslamcılara karşı değil, dünyadaki bütün müslümanlara karşı yapılmıştır.
Böyle bir seviyesizliği demokrasi adına korumak tamamen kabul edilemez. Ben hem Türk hem Fransız vatandaşı, İstanbul-Moda doğumlu katolikim, eşim Sivas’lı bir müslümandır.
Aile içerisinde tatbik edildiğinde ilaç olan din, uluslararası siyasete alet edildiğinde zehir haline geliyor.
Devletleri idare eden hükümetlerin vazifeleri sadece kendi halkını korumak değil, Uluslararası İlişkilere de önem vermesi ve barışı sağlamak için çaba göstermesidir. Fransa ateşe körükle gidiyor. Dört-beş serseri Charlie Hebdo’yu kurmuşlar ve dünyayla dalga geçiyorlar.
Bir ülke Uluslararası İlişkileri geliştirmek istiyorsa, sanatta, sporda ve bilimde atılımlar yapmalı ve diğer toplumlarla iletişime geçmelidir. Ticari yönden bağlar sadece 100% menfaate dayanır ama gereklidir. En önemlisi de ülkeleri idare eden politikacıların da artık diğer ülkelerin politikacılarıyla pozitif yönden irtibata geçmeleri lazımdır. Fransa eski Cumhurbaşkanı Chirac, Cumhurbaşkanı olur olmaz elinde çantasıyla onlarca ülke gezip ticari hamlelerde bulunmuştur.
Yapıcı bir Uluslararası İlişki güven sağlar.
Güven olunca yatırım olur.
Yatırım olunca iş sahaları açılır.
İş sahaları genişlerse işsizlik azalır.
İşsizlik azalınca alım gücü artar.
Alım gücü artarsa ekonomi pozitife döner.
Üretim başlarsa, dış ülkeler ihraç edilir. Pozitif Uluslararası İlişkiler sayesinde güven arttığından ikracat artmaya devam eder.
İhracat sayesinde döviz kurları düşmete başlar ve Türk lirası değer kazanmaya başlar.
Türkiye muazzam güzel bir ülkedir. Halkımız sağ duyuludur. Yeni gençlik cin gibi zekidir ve öğrenmeye açıktır. Gençlerimizi dışarıya kaçırmamamız lazım. Onların kıymetini bilelim. Lisan öğrensinler. Bugünkü dünyada İngilizce ve İspanyolca en önemli iki yabancı lisandır. Bence arkasından Çin’ce gelir.
Yaz yaz bitmez.